Çanakkale zaferinin yıldönümü olan bugünlerde kendimize sormamız gereken soru şudur: Çanakkale’den bize ne kaldı?
Çanakkale zaferinde Türk askerinin, Batı tarafından öngörülemeyen direnme gücü elbette belirleyici oldu, ama bir de reelpolitiğin dayatmasıyla kurulan ittifaklar vardı.
Osmanlı Çanakkale’de eski ‘’stratejik müttefikleri’’ ile çarpıştı, Milli Mücadeleyi ise eski ‘’ezeli düşmanları’’ ile ittifak kurarak kazandı. Yani bütün saflar değişmiş, bütün ittifaklar yıkılıp, yerine yenileri geçmişti. İngiliz tarihçi Georges Young, bu durumu şöyle özetliyordu: ‘’Ne gariptir ki, Haydarpaşa’da boğazları Ruslara kapamak için ölen İngiliz askerlerinin mezarları, Çanakkale’de de Boğazları Ruslara açmak için ölen İngiliz askerlerinin mezarları var…’’
Bugünün reelpolitiğinde de neredeyse aynı tabloyu görürüz… Önemli olan tek şey alışkanlıklardan sıyrılıp, bugünün koşullarını ve sahayı doğru okumaktır, Çanakkale’den hemen önce ve hemen sonra yapılan, ama bugün bir türlü tam olarak yapılamayan budur.
Osmanlı’nın NATO’su
1814-15 Viyana kongresinden beri Osmanlı, Avrupalı ülkeler arasındaki paylaşımın konusuydu. Ama onları yine de çok seviyorduk canım. Sultan Abdülmecid, Kırım Savaşı’nın sonunda ‘’Senin için öldük Avrupa’’ yazılı madalyonlar bastırtıp dağıtmıştı ki, Avrupa Devletler Konseyi’ne bizi daha kolay kabul etsinler. Siz buna o zamanın NATO’su, Kırım Savaşı’na da Kore Savaşı gözüyle bakabilirsiniz.
1856 yılında üye olduğumuz o zamanın NATO’su, Osmanlı’ya hiçbir fayda sağlamadığı gibi gırtlağına kadar borca batırıp, her alanda kendine bağımlı hale getirmişti. 1878 Berlin anlaşmasıyla bu paylaşım saflaşması iyice belirginleşmişti.
1907’de bu saflaşma tekrar değişmiş, bir zamanlar Osmanlı için birbirleriyle savaşan Çarlık Rusyası ve İngiltere Osmanlı’yı paylaşmak için birleşmişti. Büyük savaş kapıya dayandığında reelpolitiğin dayattığı doğal ittifak seçenekleri dışında Osmanlı’nın eski müttefiklerinden hiçbiri kalmamıştı. İttihatçıların büyük savaşa girmeden hemen önce, İngiltere, Rusya ve Fransa ile ittifak arayışları da son derece aşağılayıcı cevaplarla reddedilmişti.
Siz bugün, ABD’nin PKK’yı müttefik ilan etmesine, bu zamana kadar on binlerce TIR silah verip bize karşı cepheye sürmesine, FETÖ eliyle memleketi mahvetmeye çalışmasına rağmen, hala ABD’den para ve silah yardımı dilenenleri, ABD’yi İdlib’e çekmeye çalışanları düşünün.
Bir ‘’demokrasi’’ masalı
İngiltere’de liberaller iktidardaydı, kendilerini ‘’Liberal emperyalist’’ diye tanımlıyorlardı ve dünyanın her tarafına meşrutiyet ve insan hakları pazarlıyorlardı. Ama…
En büyük insan hakları ihlallerinin ve zulümlerin yaşandığı Çarlık ile ittifak kurmuşlardı. Daha yenice ve ikinci kez meşrutiyet ilan etmiş, zamana göre kadın haklarında çok hızlı adımlar atmış, Osmanlı vatandaşlığı kavramı ile bileşimindeki bütün azınlıklarla bir ve eşit yaşamak için elinden geleni yapmaya çalışan Osmanlıya ise ırkçılık, despotluk gibi suçlamalar yöneltiyorlardı. Çünkü Osmanlı o günkü paylaşımın konusuydu, suçlanmalı ve şeytanlaştırılmalıydı ki, onu yıkıp paylaşmanın da bir meşruiyeti olsun. Yani Osmanlı’nın bu büyük savaştan kaçınması, mümkün değildi.
Siz bunu, bugünün koşullarında ABD-NATO’nun Suudi Arabistan, BAE ve İsrail gibi insanın ve insanlığın katili, gerici, despotik ülkelerle ittifak kurarken; vatandaşına bedava eğitim, sağlık, temel ihtiyaçlar sağlayan Libya, Irak, Suriye gibi ülkelerin aynı şekilde suçlanması şeklinde de okuyabilirsiniz. Ve Türkiye’nin de NATO üyesi olmasına rağmen aynı suçlamalara maruz kalmasını, paylaşımın asıl konusu olması şeklinde okuyabilirsiniz.
Bugün Türkiye’nin NATO’ya karşı terazinin diğer kefesini dengeleyeceği doğal bir ittifak birikiminden başka çaresi yoktur ve bu ittifak da aynı tehdidin hedefindeki bölge ülkeleridir. Ve bu savaştan kaçınması ya da sözüm ona ‘’denge politikası’’ adına doğal müttefiklerini bırakıp, her tarafı idare ederek sağ salim kalması, tıpkı dün gibi mümkün değildir.
Zorunlu İttifak
Osmanlı’yı parçalamak isteyen Fransa için yaklaşan Alman tehdidi başkentlerini Bordeux’a taşıyacak kadar büyüktü. İngiltere de Manş kıyısındaki askeri varlığını kaybetmek pahasına Fransa’ya yardım edecek durumda değildi.
Yürümeye başlayan Rusya’yı durdurmak Osmanlı için yardımsız çok zordu, Almanya ise bu tarafa kuvvet yığması durumunda kıta Avrupası’nda büyük mevzii kaybedecekti. Yani, Osmanlı’nın Almanya’dan, Almanların da Osmanlı’dan başka seçeneği yoktu.
Üstelik Osmanlı ile Almanya ittifakı öyle kolay da yürümüyordu, sorunlar vardı. Mesela daha savaş çıkmadan 10 gün önce bile Bağdat Demiryolu konusunda şiddetli anlaşmazlıklar oluyor, bu durum Deutsche Bank’ın raporlarına ‘’Almanya yakında masadan kalkmak zorunda kalacak’’ diye yansıyordu. Yani anlaşmazlıklar çıksa da Almanya ile ittifak her iki ülke için de temel yaşamsal ihtiyaçlar bakımından kaçınılmaz görünüyordu. Bu işin öyle batılı tarih okumasının ezberlettiği gibi ittihatçıların Alman hayranlığı ile bir ilişkisi yoktu.
Siz bunu alın, bugüne kadar NATO bakış açısıyla ‘’stratejik müttefikimiz’’ olan başta ABD, Fransa, İsrail ve İngiltere olmak üzere batılı devletlerin FETÖ ve PKK’ya yardım ederek bize can düşmanlığı yapmasının yerine koyun, diğer yandan aynı NATO bakış açısıyla bugüne kadar düşman yerine koyduğumuz Rusya ve İran ile savaş alanındaki kaçınılmaz ittifakımızın yerine koyun.
ABD, sadece bizim için değil, bütün bölge ülkeleri için ortak tehdittir, PKK-PYD-PJAK-IKBY bütünüyle ABD kontrolünde olan bölücü tehdittir.
Tarihin Şafağındaki Türk
Üstelik ittifak için pek fazla zaman da kalmamıştı, acele edilmeliydi, Türkler tarihin şafağındaydılar, ya gömülecek ya dirileceklerdi. Osmanlı savaşa girmeden daha bir ay önce Çanakkale ve Basra’yı abluka altına almıştı. O kadar ki, daha sonra Yavuz ve Midilli adını alacak olan iki Alman zırhlısı Cebelitarık’tan sonra peşlerine takılan İngiliz filosunu, ancak Mesina limanına saklanarak atlatmıştı. Çarlık, boğazların Karadeniz çıkışını kapatmak için harekete geçmişti bile, böylece doğu cephesinin bütün ikmal bağlantısı kesilmiş olacaktı.
Bir yandan da içeride ittihatçıları devirecek bir darbe girişimi için harekete geçilmişti. İngiliz Deniz İstihbaratı Başkanı Albay Hall, bazı büyük levanten ailelerin yanında eski hürriyet ve itilafçılar ile temasa geçmeleri için Atina’ya ajanlarını yollamıştı. Churchill’in dört milyon Sterlin bütçe ayırdığı bu beşinci kol faaliyeti içinde Talat Paşa’ya rüşvet teklif etmekten, Cemal Paşa’ya çıkarılacak ayaklanmanın ardından Osmanlı sultanlığı sözü vermeye kadar çok sayıda seçenek vardı.
Siz bunlara bakıp, güneyimizde kurulan koridoru, Doğu Akdeniz ve Ege’deki kuşatmayı, açılım politikalarının imalatçılarını ve 15 Temmuz’u görün. Durum ne kadar da benzer değil mi? Hesap da aynı bugünkü gibi basit, İngiliz donanması Çanakkale’den yüzünü gösterir göstermez Osmanlı içerisindeki hainler harekete geçecek ve hükümet bir günde düşecekti.
15 Temmuz’da da Kıbrıs’taki üslerinde Türkiye’ye müdahale için bekleyen İngiliz askerleri aynı hesabı yapıyordu. Hesaba göre hainlerin başlattığı ayaklanma, birkaç gün içinde asker ve polisin bir kısmı ile diğer kısmı arasında halkın da taraf olduğu bir iç çatışmaya dönecek ve NATO şemsiyesi altındaki ABD-İngiliz askerleri BM kararları ile sözüm ona barışı sağlamak için Türkiye’ye müdahale edecekti. Ve bu sırada hemen güneyimizde oluşan terör koridoru, bir kukla devlet olarak ilan edilecekti.
Churchill, kendisine o kadar güveniyordu ki, donanmayı Çanakkale’ye doğru gönderdikten sonra her nasıl olduysa fikir değiştirip donanmanın bu işi nasıl olsa bir günde bitireceğini düşünüp o dört milyon Sterlin’in harcanmasına bile gerek olmadığını düşünmüştü. Bu yüzden hainlerle yapılan görüşmelerin kesilmesi için Albay Hall’a talimat vermişti. Ancak daha aynı gün içerisinde karşılaşacağı hezimet yeniden Albay Hall’u arayıp iç ayaklanmayı kışkırtmak için hiçbir masraftan kaçınmaması talimatını vermesine sebep olacaktı. Fakat oradan da bir sonuç elde edilemeyecekti.
Aynı şekilde ABD, 15 Temmuz kalkışmasını İncirlik’ten yönetecek kadar kendisine güveniyordu, çok sayıda politikacı veya askere ne rüşvetler, ne makamlar dağıtılmış ya da teklif edilmiş, listeler bile hazırlanmıştı. Alın o Albay Hall’u, koyun James Jeffrey’in ya da bir benzerinin yerine…
Dün Çanakkale, Bugün Fırat’ın Doğusu
Demem o ki, bütün hata veya eksiklerine rağmen Türklerin tarihsel devlet aklını ve büyük birikimini ortaya çıkaran JönTürk’lerin emperyalist devletlere bu kadar ağır kayıplar verdirebileceğini kimse hesap etmemişti. İngiltere ve Fransa için Savaşı Çanakkale’ye taşımak kıta Avrupa’sında Almanya’ya karşı verdikleri ilk çatışmadaki ağır kayıplardan kurtulmak anlamına geliyordu. Yani kolay seçenekti. Fakat bu savaşın iki yıl daha uzamasına çarlığın yıkılmasına, yerine kurulan SSCB’nin Türklerin yeni müttefiki olmasına ve Osmanlı’nın küllerinden bir Cumhuriyet doğmasına sebep olmuştu.
Şimdi geldik mi bölgesel ittifaka karşı direnen bugünkü Amerikancılara?
Dünün Çanakkalesi, bugün 15 Temmuz’udur, Fırat’ın doğusudur.
Batılı tarih anlatısı, vatan savaşı ruhunu ortaya çıkararak, kendilerine Türk topraklarında ağır bedeller ödeten ittihatçıları savaşın sebebi gibi göstererek, yok Enver Paşa’nın gizli anlaşmaları, yok İttihatçıların Alman hayranlığı diye kulplar takıp, aslında bu ruhu mahkûm etmeye, emperyalizmin açgözlü saldırısını ise aklamaya, yok saymaya çalışmıştır. Aynı şey 15 Temmuz’dan sonra da yaşanmadı mı? ‘’Kontrollü darbe’’ diye insan aklıyla alay edercesine, Türk milletinin direnişini yok saymaya, ABD’nin suçlarını kapatmaya çalışmadılar mı?
Ve bugün ne vakit vatanı savunmak söz konusu olsa, aynı kara propaganda başlar, ‘’Afrin’de ne işimiz var, demokratik çözüm, barış, halkların kardeşliği; ya da tam ters söylemle İdlib’i yakalım, Şam’ı fethedelim, Emevi camiinde namaz kılalım’’ vs…
Sonuç olarak herkesin bir hesabı vardır, ama savaş alanının da bir doğası vardır. İttifakları yıkar, yenilerini kurar, dün Teğmen Atıfları, bugün Astsubay Ömer Halisdemirleri çıkarır ihanetin karşısına, koca bir millet Mustafa Kemalleşir bir anda.
Daha önemlisi Çanakkale’nin yarattığı psikolojik etkidir. Mahatma Gandhi, Çanakkale zaferinden sonra ‘’Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar tanrıyı İngiliz zannediyordum’’ diyor. Yani bütün dünyadaki ‘’İngiltere yenilmez’’ imajı yerle bir oluyordu. Bugün de aynısı olmadı mı, dünyanın jandarmalığını yapan ABD’nin 50-60 yılda oluşturduğu Gladyo bir gecede ezilip, piyonları da birkaç yıl içinde hapse tıkılıp mahkûm edildi. ABD sadece Türkiye’de değil, Irak’ta ve Suriye’de de yenildi. Barzanisi bir gecede sürüldü Kerkük’ten, HTŞ’si DAEŞ’i Suriye’de ezildi, sahada oluşan doğal ittifak Astana ve Soçi’de kâğıda dökülürken sadece izledi, elinden hiçbir şey gelmedi.
Çanakkale’yi bugünkü politik durumdan bağımsız anmak imkânsızdır.
Çanakkale’den Bugüne Ne Kaldı
Çanakkale’den öğreneceklerimiz sadece Mehmetçiğin kahramanlığı ile sınırlı olamaz çünkü biz Mehmetçik’in kahramanlığını Türk’ün askerlik birikimini, sadece Çanakkale’den değil binlerce yıllık geçmişinden de biliyoruz. Çanakkale’de elindeki taşla, eli süngülü düşmanlarını bertaraf eden Mehmet Çavuş değildir; oradaki asker, Malazgirt Ovası’nda atının kuyruğunu tullayan Alpaslan’dır; oradaki asker Ayn Calud’da dünyayı korkudan titreten Moğol akınını durduran Sultan Kutuz’dur; oradaki asker, Haçlı Seferleri’nin önüne dikilen Kılıçarslan’dır… Oradaki binlerce yıllık Türk tarihinin içerisinden süzülüp gelen ve Jön Türkler’in Muazzam toplumsal politikası ile ortaya çıkarılan Türk askerlik birikimidir… Bizimdir ve hep vardı, Çanakkale’de doğmadı ve orada sonlanmadı. Yürüdü geldi, Kıbrıs’ta Beşparmak’lara atlayan, PKK’yı hendeklere gömen komandolarımızın ruhuna dokundu, Ömer Halisdemir oldu, düşmanın kalbine saplandı.
Oysa Çanakkale’den asıl öğrenmemiz gereken şey bu büyük cesaret, fedakârlık ve askerlik birikiminin doğru politik okumayla, doğru politik akılla nasıl yönetildiğidir. Çanakkale’den bize kalan budur, bir politik akıl, bir ittifak birikimi.
Büyük Savaş’ta Lozan ile bozduğumuz paylaşım planları halen sürdürülmeye çalışılıyor. Türkiye, İran, Irak ve Suriye, etnik ve mezhepsel yapıları kışkırtılarak ABD-İsrail tarafından parçalanmak isteniyor. Demek ki, Çanakkale’den bize kalan politik akıl, tıpkı dün olduğu gibi bölünmek istenilenlerin, bölmek isteyenlere karşı birleşmesini şart koşuyor. Bu ülkelere Rusya da destek veriyor, demek ki, onunla da ittifak yapılacak. Ama…
Daha önce ABD ile yaptığımız gibi bir sahip-köle ittifakı değil, Milli Mücadele yıllarındaki gibi dost ittifakı, Çanakkale ittifakı…
Haftaya devam edeceğiz…
Oktay Yıldırım
15 ve 16 Mart 2020’de Aydınlık gazetesinde yayımlanmıştır.

.jpeg)



