”Çok tipiktir, diğer tüm kavimlerin isyanı başarıya ulaşmasına karşın, bu isyanların büyük çaplı olmalarına rağmen başarıya gitmemelerinde yine temel etken bünyedeki ortak vatan ve devlet anlayışı büyük rol oynuyor. İsyan edenlerin her zaman bir kolu zaten devletin yanında. Temelde kopma felsefesi ve siyaseti yok. Daha çok çıkar, taviz koparma hesabı var. ‘Bana vermezsen, ben de şu dış güçle ilişkiye geçer, isyan ederim’ anlayışı hakim. Bu Kürt isyanlarının tipik karakteri kadar talihsizliği, trajedisidir. (…)Kendiliğinden ilkeldir. Esasta da kim çok pay verirse gözü onda olan bir temel anlayışla bir önemli sonuca gidilemeyeceği açıktır. Trajedi, talihsizlik buradadır. İnsanın ‘keşke bu isyanlar bunların tarihi olmasaydı’ diyesi geliyor” (Abdullah Öcalan, Savunma, Mem Yayınları 1999, 1.Baskı, s:36)
Yine başka bir yerde: ”İsyanlar daha çok merkezi otoriteyle Kürt feodalitesinin otorite kavgasıdır. Kürt feodalitesinin milli kaygılarla hareket etmediği, kendi aşiret ve bölgesel otorite çıkarları peşinde koştuğu iyi bilinmektedir. Kim bu çıkarları desteklerse ondan yana geçtiği de bir tarihi gerçekliktir.” (s:79)
Bütün Kürt isyanlarının feodal ve emperyalist niteliğini elbette namuslu Türk aydını biliyor, ancak entel soytarıların kendi kutup yıldızlarının ağzından duymasının önemli olduğunu düşündük.
Ve bunun böyle olduğunu bilen sadece entel soytarılar değil elbette.
Ortadoğu’nun bugünkü şeklini almasına neden olan 1. Dünya Savaşı’nda da ortada bağımsız olabilecek durumda Türk’ten ayrı bir Kürt ulusu yoktur. Sykes-Picout Antlaşmasının mimarı Mark Sykes 1915 yılında yazdığı raporunda bunu belirtir,
”Kürtlerin diğer milletler gibi milliyet ve milliyetçilik duygularının olmadığını, sadece bilinçaltı etnik kabile insiyakları olduğunu, bu nedenle birleşmeleri gereken bir halk olarak düşünülmeleri için bir sebep olmadığını ve Kürdistan kurulmasının bu sebeplerle zaten imkansız olduğunu” belirtmiştir.
Adını bile Türklerin verdiği bir topluluk hakkında başka bir kanaat oluşması elbette mümkün değildi. Bu rapora yapılan itiraz ise, ”Kürtlerin Lawrence’ı olma hayalleri kuran meşhur Binbaşı Noel’den gelmiştir ve gerekçesi de ilginçtir. Noel: ”Henüz milli şuur olmasa bile biraz itmekle bu şuurun gelişebileceğini ve İngiltere İmparatorluğu için çok hayati olan bu bölgede Kürtlere ve bağımsız Kürdistan’a çok ihtiyaç olduğunu” savunur. Lord Curzon tarafından desteklenen Noel 1938 yılına kadar bölgede kalarak Kürtleri Türkiye’ye karşı kışkırtmaya devam etmiştir. (Susan Meiselas, Kurdistan in the Shadow Of The History, random House 1997, s:52’den akt: Altemur Kılıç, Büyük Kürdistan-Büyük İsrail, Buğra Yayınları, Nisan 2013, s:90,91,vd…)
Batının Kürdü itme taktiği hala değişmedi de aradan bir asırdan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, Binbaşı Noel’in bütün ittirmelerinden sonra mesela Henry Barkey, David Philips gibi çok sayıda yeni Noel geldikten ve onlar da her türlü ittirmeyi denedikten sonra durum değişti mi?
Gelin burada da yine bizim entel soytarıların kutbu teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın sözlerine bakalım:
”Ayrı bir devlet seçeneğinin hem maddi temeli hem de fayda anlamında bir çözüm yolu olmadığı iddiası olsa bile pratik değerinin en zayıf yol olduğu görülecektir. Hazır bir kuruluş olsa bile hiçbir komşu tarafından tanınmayacağı uluslararası alanda da tanınma durumu yoktur. Bunu bir tarafa bırakalım. Bir devletin bağımsız kendini sürdürebilmesi için, bir ekonomiye, dile, toplumsal birliğe, savunmaya ihtiyacı var ki, bunu da bir gün sürdürecek temeli olmadığı kendiliğinden görülecektir. Tam dış destek olsa bile Kuzey Irak’ta Kürt otonomisi bile kurulamıyorsa bu biraz da iç yapıdan kaynaklanıyor. Kürtler açısından bağımsız devlet seçeneği bu anlamda ideolojik bir söylem olmaktan öteye geçmez. PKK programında da ideolojik olarak bahsedilir, ama pratiğin gösterdiği, tarihin de ortaya koyduğu birliktelik gerçeğidir.” (A.Öcalan, Savunma, s: 109)
Dikkat edilsin, Abdullah Öcalan, Ekonomi yaratılsa, uluslararası destek sağlansa bile devlet olmak için gerekli olan dil, toplumsal birlik yok diyor, onbinlerce cana mal olduktan sonra gerçekle yüzleşiyor:
”Günümüzde bile Güney Kürtlerinde Behdinan-Soran ayrımı ve buna dayalı otonomi yapıları bile tam gelişemiyor (s:110). (…)Ayrılmış bir Kürdistan bitmiş veya bir gücün kuklası, işbirlikçilerinin malikanesi olmaktan öteye gidemeyecek bir Kürdistan’dır. Ayrılmış bir Kürdistan halkın değil, ancak yabancı ve işbirlikçilerinin olabilir ki, bu da ağırlıklı olarak hayaldir, ancak çıkar güçlerinin oyunu olarak sık sık tekrarlanır.” (S:110)
Burada bir aşağılama yok, çünkü dünya üzerinde konuşulan 5 binden fazla dil var ama buna karşılık toplam 208 devlet var ve bunların sadece 193’ü BM’ye kayıtlı. Yani bu farklı dilleri kullanan topluluklar başka uluslar içinde yaşıyor ve bu çok doğal bir durum. Dilleri, kültürleri tarih içinde bir ulus olmaya yetecek kadar gelişmemiş ve öyle de kalacak. Hem Öcalan hem de batı bunun farkında, ama bizim soytarılar, farkında değil.
Kurmanç, Zaza, Soran, Lur gibi birbirinden çok farklı dilleri olan ve Türkler tarafından (Osmanlı-Selçuklu) Kürt olarak adlandırılan, halen daha aşiret bilincini aşamamış bu toplulukların bir arada yaşaması ya da yarattıkları dış destekli terörün ulusal bir isyan niteliği taşıması elbette mümkün değildir ve bunu Abdullah Öcalan bie açıkça söylüyor.
Bu durumda her namuslu Türk aydınının sorması gereken soru ABD’nin neden bu terör odağına açıkça yardım etmeye devam ettiğidir.
Bu arada, bir parantezle şark kurnazı Abdullah Öcalan bunları söylüyor diye, ABD’nin ”Kürt sorunu” bitmiş değildir. Sadece şekil değiştirmiştir. Apo’nun bu itiraflarla ve bizim yarım akıllı solun gayretleriyle elde etmeye çalıştığı sempatinin başka bir amacı olduğunu belirtmeliyim.
Azıcık sabır, oraya geliyoruz…
ABD’nin Yatağındaki PKK
Ya Apo ve PKK’nın emperyalizmle ilişkisi? Onu da kendi ağzından nakledelim: ”Kürt sorununda demokratik çözüm bildirgesi” adını verdiği savunmasının başında PKK’nın gelişimini anlatırken, 80’lere kadar bölgedeki feodal engelleri aştıklarını ve böyle geliştiklerini söyledikten sonra şöyle diyor:
”Bu gelişmeyi ancak ordu durdurabilirdi. Nitekim öyle oldu. Ama buna karşı da Ortadoğu kanalında bulunan yatakla cevap verildi. Ordu’nun klasik bastırma tarzı da 90’lara geldiğimizde böyle aşıldı.” (A.Öcalan, Savunma, s: 61)
Sözü edilen ”Ortadoğu yatağı” 1991 yılında Irak’a giren ve 36. paralelin kuzeyini bunlara tahsis eden ABD’nin yatağından başkası değil elbette. Yukarıda saydığımız David Philips, Henry Barkey gibi pek çok yeni model Lawrence PKK’ya bu yatakta yoldaşlık etmeye başladı. Bu yatak, Türk Ordusu’nun baskısından bunalan PKK için nefes alma ve toparlanma yeri oldu. Her beli kırıldığında pansumanını yaptırıp makyajını tazelemek için bu yatağa koştu. Barzani’nin Jimmy Carter’a emanet ettiği ”Kürt sorunu”, Apo tarafından da Bush’a emanet edildi.
Bugüne kadar ABD’nin aralıksız süren yardımı, Türkiye’nin karşı mücadelesi sebebiyle makas değiştirerek PKK’yı siyasallaştırırken, projenin silahlı kısmını da PYD adıyla Suriye’ye taşıdı. ABD açıkça ve bütün gövdesiyle PKK ve onun Suriye kolu PYD’nin arkasında. Tek amaçları, Suriye’de oluşturulacak otonom Kürt bölgesinin ilk adımda Irak’taki ile birleşmesi ve ardından Türkiye’den de bir parça koparılarak yeni bir kukla devletin yaratılması.
Bu denklemde Apo’nun görevi, Türkiye’deki liberalleşmiş sol ve Kürt-İslam sentezcileri ile birlikte devam ediyor.
Başlangıçta Marksist kimliğiyle, NATO karşıtı Suriye’den, Rusya’dan hatta İran’dan bile destek aldı. 1991’den sonra ise sosyalist olarak girdiği ABD yatağından neoliberal olarak çıktı. Şimdi birden fazla resmi dili olan İsviçre örneğini güzellemeye, batıyı demokrasi şampiyonu ilan etmeye başladı. Apo, bir yandan ”demokratik çözüm” dediği bölünmeyi bu entel soytarılar aracılığıyla memlekete yutturmaya çalışırken diğer yandan doğrudan kontrol ettiği HDP içindeki TR kodlu ABD elemanlarını, milli mücadele yıllarından beri kafası karışık olan Türk solunun içine iyice soktu. Bunların şimdiki görevi anayasamızdaki ulus devlet yapımızın bozulması/değiştirilmesi.
Şark kurnazı Apo, mealen: ”eskiden zoraki birlik vardı biz ona tepki göstererek ayrı devlet kuracağımızı yazdık, ama hayattan dersimizi aldık, ayrı devlet istemiyoruz, onun yerine Türk devletini ‘özgür birliktelik’ adıyla çok kimlikli olarak değiştirelim” diyor (A:Öcalan, Savunma, s:124).
Görevi alan örgütlü entel soytarılık, bunu ”Kürt sorununa demokratik çözüm” diye ikinci bir açılımın formülü olarak pazarlıyor ve bilseniz kimler kimler buna alet oluyor. Olmazsa, bu çözüm kabul edilmezse, onun da cevabını veriyor: ”(…) küçük bir gruptan büyük bir isyana gidilir” (s:128)
Bakın kıymetli okuyucu, ABD bunun hazırlıklarını sadece entel soytarıların yarattığı medya baskısı ile değil, memlekete soktuğu milyonlarca kaçak sığınmacı ile de yapıyor. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin hepsi Esad karşıtı ve Suriye’de otonom bir Kürt bölgesi kurulmasına itiraz etmez hatta bunun için Türkiye’de fitili kolayca tutuşturulacak olan bir çatışmanın tarafı olmaktan çekinmez. Aynı şekilde Afganistan’dan gelen ve zamanında Taliban’a karşı ABD tarafından asker olarak kullanılmış olan milyonlar Türkiye içinde birer mayın gibi bekleşiyor.
Türkiye bu yolla hazırlanırken yine ABD eliyle yaratılan IŞİD’e karşı mücadele kılıfıyla uluslararası meşruiyet kazandırılmaya çalışılan ve şu anda silahlı gücü 100 bine ulaşan PYD, Suriye’de Irak’ın kuzeyi benzeri bir otonom bölge yaratmaya çalışıyor. Arkasından yine ABD eliyle kurulan ENKS aracılığıyla bu yapının Irak’ın kuzeyindeki Barzanistan ile birleştirilmesi hedefleniyor.
Geriye bizim soysuz solun ve entel soytarıların gayretiyle, (eğer bu yetmezse de genlerinde Kürt-İslam sentezi zaten mevcut olan, iktidarda kalmak için her şeyi yapabilecek siyasal İslamcı kafanın yeni Osmanlı hayali ile) ulus devlet yapısı değiştirilmiş Türkiye’den bir parça koparılıp, cahil kitlelerin ”bölünmüyoruz büyüyoruz, yeniden Osmanlı oluyoruz” çığlıklarıyla bu kukla devletin kurulması kalıyor.
Bunlar kuşkusuz bugünden yarına olacak şeyler değil, ama hesapları bu, bizim entel soytarıların ve onların yarattığı popülizmin etkisinde kalan kimi gafillerin ”Kürt sorunu” dedikleri işin aslı bu işte.



