AKP iktidara geldiğinden beri Türk Ordusu’nun mevcutları ha bire azalıyor. Bir fikir vermesi bakımından mesela 2012 sonunda 644 bin 849 olan toplam TSK mevcudu 2017 başında 398 bin 513, şimdi ise daha az…

    Ve bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de bedelli ve profesyonel askerlik çıkararak mevcudu daha da azaltıyorlar.

    Ne oluyor? Sınırlarımız mı daraldı? Karşı karşıya olduğumuz tehditler mi azaldı?

    Sınırlarımız aynı, hatta eskisinden daha geçirgen, elek gibi… Tehditler on kat daha fazla, artık güney komşumuz ABD. Fransa ile birlikte açıkça PKK’ya eğitim veriyor, Doğu Akdeniz gözlerimizin önünde paylaşılıyor, Ege’de bize ait olan ada ve kayalıkların tamamı Yunan işgali altında… Eee? Bu koşullarda biz niye ordumuzu küçültüyoruz?

    Dün ABD ile ele ele iken onun dediği gibi küçültmenin bir açıklaması var da bugün düşman olmuşken hala niye küçültüyoruz ordumuzu?

    Basın durumun farkında bile değil, tıpkı Ergenekon sürecinde olduğu gibi, iktidarın her icraatına baş sayfalardan alkış tutuyorlar: ‘’Bedelli piyangosu’’, ‘’Bedellide 4 avantaj’’ filan… PKK’yı destekleyen gazeteler ile kendisine ‘’milliyetçi’’ diyen gazete sessizlikte buluşmuş. Yobaz gazete, her zaman olduğu gibi tarihe ve gerçeğe karşı konumlanmış: ‘’Profesyonel ordu ecdad mirası.’’ Ne bilecek ‘’ecdad’’ dediği Osmanlı’nın profesyonel ordu yüzünden yıkılıp, son kalan parçaların da yükümlü askerler tarafından kurtarıldığını, ne bilecek profesyonel ordu olan Yeniçerilerin savaştan bir önceki gece bile dağıtılan harçlığı az buldukları için sultanın çadırını kurşunladıklarını ya da defalarca kez sırtlarını dönüp kaçtıklarını…

    Eskiden… yani ABD ile düşman olmamışken henüz, Pentagon Türk ordusunun küçültülmesini ve taşeronluk işleri için de profesyonelleştirilmesini istiyordu, bunlar da yapıyordu. Ama şimdi düşman oldular, açık tehditler havada uçuşuyor, müttefikler fiilen değişiyor, ama ordumuz küçültülmeye devam ediliyor. Kimin bu akıl?

    Bakınız, Tayyip Erdoğan’ın askeri konularda baş danışmanı Adnan Tanrıverdi. Emekli olmadan önce Sağlık Daire Başkanı imiş… ‘’Bedelli nasıl olsun’’ diye daha 2011’de sordular buna, ‘’30 bin TL para versin, askerlik yapana da 1.500 TL maaş verilsin, kimi bedeliyle kimi bedeniyle’’ dedi… bakın tasarlanan sisteme, budur!

     Erdoğan 2013’te Kızılcahamam’da ‘’askerlik süresi azalmalı’’ diye konuştuğunda bu: ‘’Askerlik süresi kısa olmalı. Yükümlülerin seferberlikte alacakları görevlerde başarılı olabilmeleri için 6-8 ay askerlik yapılmalı’’ buyurdu. Bakın şimdi Erdoğan’ın açıkladığı plana… budur!

     

    Neredeyse bütün Genelkurmay karargahı hapiste idi mesela, buna sordular: ‘’Bu kadar generalin hapiste olması işleri aksatmaz mı?’’ ‘’Yok canım’’ dedi bu, ‘’aksatsa her yıl emekli olmazlardı.’’ İç Hizmet kanunu 35. Maddesinin değişmesini daha 2010’da söylemişti, danışman filan değildi, oluverdi kardeşim… ‘’Kürtlere özerkliği ve eyalet sistemini’’ savunuyor ya, bunun da Ortadoğu danışmanı Abdurrahman Dilipak…

    Uzatmaya gerek yok, ‘’orduda yeni sistem’’ dedikleri orduyu ve askerlik ruhunu bezirgan ruhuna dönüştürme projesidir. Kılavuzu Tanrıverdi, onunkisi ise belli değil…

    Diğer danışmanlar farklı mı derseniz.

    Ah… Sussam gönül razı değil, söylesem…

     

     

    MEHMETÇİĞİN CUMHURİYETİ

    Mehmetçik, dimdik durup karşında, yüreğinden kopa kopa ‘’Komutanım’’ derse komutan oluyorsun, yoksa hiçbir rütbe ve makam yetmiyor ona emretmeye. Başına geçecek adama bakıyor önce, onun önünde savaşabiliyor mu, kendisine önderlik edebilir mi? Görürse bu potansiyeli, tarih yazıyor kanıyla…

    Sakarya Savaşı’nda ilk süngü hücumuna subaylar ve gedikliler kalkmıştı, Mehmetçik onların düşman mermilerine karşı göğsünü siper edişini görünce de tarihin akışını değiştirmişti. Mustafa Kemal gurur ve sevinçle: ‘’Mehmetçik muharebeyi kabul etti’’ diyordu. Biliyordu çünkü bundan sonra neler olacağını.

    İlkem Cumhuriyet adında bir askerle karşılaştım, karşıma geçip heyecanla: ‘’Komutanım sizi daima okudum ve izledim’’ derken, ateş çıkıyordu gözlerinden… Babası Astsubay Kadir Göder, 2008 yılında terör örgütü ile girdiği bir çatışmada yaralandı, tedavisi sürerken pıhtı attı, önce felç oldu sonra da şehit.

    Felç olduğunda ona Cumhuriyet baktı, yaralarını sardı, O şehit olduğunda son yürüyüşünü yapan yine Cumhuriyet’ti…

    Şimdi vatani görevini yapıyor, en büyük hayali de babası gibi muvazzaf bir asker olabilmek. Ve üzülüyor, ‘’ben niye savaş alanında değilim’’ diye. Ona Türk Ordusu’nun her kademesinde görev yapmanın, görevini doğru yapmak kaydıyla aynı şan ve şerefe sahip olduğunu söyledim, ama gözündeki ateşi de gördüm…

    Oğluna ‘’İlkem Cumhuriyet’’ adını koyan, Cumhuriyeti yüreğinde yaşatmaya devam eden kahramanları var bu vatanın.

    Sen istediğin kadar kanun çıkar da bedel biç Mehmetçiğin kanına, istediğin kadar ayıkla zengin çocuklarını, boş kalmaz o nöbet kuleleri.

    Cumhuriyet, yaralısına bakar, şehidini gömer, geçmişine ve geleceğine verilmiş sözünü tutar…

    Çünkü, Cumhuriyet Mehmetçiğe, Mehmetçik Cumhuriyete emanettir…

    Çünkü Cumhuriyet Mehmetçiktir, Mehmetçik de Cumhuriyet.

    Kim buna önderlik ederse, tarihe geçer, kim değiştirmeye kalkarsa ayaklar altında kalır, inanmazsan git bak Cumhuriyetin gözlerine, ben baktım, oradan biliyorum.

    Çok yaşa cumhuriyet, çok yaşa Mehmetçik…

     

     

    KAŞA GÖZE DİKKAT

     

     

    Hükümetin FETÖ ile mücadelesini hep destekledim, ama sayıları çok az da olsa yapılan hataları yazdım ve karşı çıktım. Çünkü kaş yaparken değil göz çıkarmak, kirpiğe dokunmak bile göz çıkarmak gibi gösteriliyor. FETÖ, ve ABD’nin etki ajanları bu az sayıdaki hataları genelleyerek bütün bir mücadeleyi karalamak için elinden geleni yapıyor. Yargı bunu göz önünde tutmalı.

    Bakın bir örnek vereyim. Bütün hayatı komando birliklerinde ve terörle mücadele ederek geçmiş, komando okulunda öğretmenlik yapmış bir Uzman Jandarma… Normal jandarma görevlerine atanına defalarca, ‘’ben komando birliklerinde görev yapmak istiyorum’’ diye dilekçe yazmış. 15 Temmuz’dan çok zaman önce… Bu dilekçelerine cevap alamayınca da sorumlu albay hakkında şikayet dilekçeleri yazmış ve devam eden süreç içinde aralarında bir husumet oluşmuş. Yine aynı nedenle ve yine 15 Temmuz’dan yıllar önce J. Gen. K.’lığının görevlisi olarak Kiğı J. Komd. A. K.’lığına helikopterle gelen ve ‘’timlerin yeniden yapılandırılacağını, bunun için gönüllü personel olan olup olmadığını’’ soran Hamza Celepoğlu ile görüşüp: ‘’Evet, komutanım, ben gönüllüyüm ve her türlü özel göreve hazırım’’ demiş.

    Buraya kadar tamam…

    Aradan yıllar geçmiş, 15 Temmuz yaşanmış, Hamza Celepoğlu olayın en önemli sorumlularından biri olarak yargılanmaya başlanmış. Ve… Daha önce bu Uzman jandarma ile arasında husumet olan Albay, ‘’Bu kişinin de bunlarla irtibatı’’ olabilir diye ihbar etmiş. Sonra kendisi de kararname ile emekli edilmiş, ama arada olan bu gariban Uzman jandarma’ya olmuş. Hakkında hiçbir delil yok, hatta bilgisayar ve telefonunu kendi talebiyle incelemeye vermiş, ama hala açıkta kardeşim. ‘’Yahu bu adamın benimle husumeti var’’ dese de kimseye dinletememiş.

    Komando, keskin nişancı ve hafif silah uzmanı. Yani masada oturamaz bu adam, o koltuk batar bu gibilere… Adamın tek suçu daha etkili ve operasyonel görevlerde yer almak için gönüllü olmaya çalışmak. Bedeli, yuvasının dağılması, boşanmış. Şimdi lojmanda kalıyor, maaşının bir kısmını alıyor ve ‘’lütfen bırakın savaş alanına geri döneyim’’ diyor…

    Ben sesini duyurdum, söz ve karar yargının, ama lütfen bir an önce…

     

    DİPLOMAT

     

     

    ABD Türkiye’ye karşı FETÖ’ye destek veriyor, Türkiye’yi bölmek için PKK’ya silah ve para veriyor, ekonomik krizle tehdit ediyor, Doğu Akdeniz ve Ege’de bütünüyle düşmanlık ediyor, Karadeniz’de düşmanlık ediyor, ihracatımıza engel olmaya çalışıyor, vs, vs, vs…

    Yani açıkça düşman hatta kendi iç konuşmalarında bazı ılımlılar ‘’Türkiye’yi yeniden NATO’ya kazanalım’’ diyorlar, yani biz onlar için NATO dışındayız…

    Bir de kardeşim papaz çıktı… Türkiye’de casuslukla suçlanıyor.

    Öyle papaz ki, bütün ABD hükümeti ayağa kalktı yaptırım tehditleri havada uçuşuyor. Belli ki, papazdan fazlası…

    Bu koşullar altında emekli Büyükelçi Uluç Özülker çıkmış Ulusal Kanal’a anlatıyor: ‘’Biz bazı büyükelçi arkadaşlarla bir araya gelip durumu değerlendirdik ve ABD’nin Türkiye’dan vazgeçemeyeceğine karar verdik, Türkiye’de bu krizi fazla uzatmasın, versin bu papazı kurtulalım, aramız bozulmasın’’ diyor…

    ‘’Acaba Kutuplarda mı yaşıyor da oradan mı bağlandı telefona ki, gerçeklerden ve gündemden bu kadar kopuk’’ diye düşündüm, sonra öğrendim ki, Bodrum’da imiş…

    Buradan ‘’Şezlong Lobisi’ne’’ sesleniyorum, arada bir gazete filan götürün beyefendiye, memleketten biraz haberi olsun. Bu beyefendiler uzlaşmak için geri çekilmek hatta kaçmak dahil her şeyi makul görüyorlar ama bari gazete okusunlar da artık kaçacak yer kalmadığını da görsünler…

    Oktay Yıldırım

    29 Temmuz 2018’de Aydınlık gazetesinde yayımlanmıştır.

     

     

     

    About Author

    Oktay Yildirim

    Yorum yap

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir