Devr-i Osmanlı’da eşitlik yoktu, zengin yaşar fakir ölürdü. Halk türküsüdür: ‘’Yemen yolu çukurdandır / karavanam bakırdandır / zenginimiz bedel verir / askerimiz fakirdendir.’’

     

    Paraya ve kariyer özendirmesine endeksli bir askerlik sistemi ile vatan savunması yapılamadığını acı tecrübelerle gördüğümüz için cumhuriyet bunu yıktı, eşit yurttaşlık getirdi. Aynı karavanaya kaşık sallarken, aynı üniformayı giyerken, aynı mevziide aynı hudut için nöbet tutarken eşitledi yurttaşını. Ama… ‘’yeni sistem’’ de geldi bunu tekrar yıkıyor. Parası olan bedelini verip yan gelecek, fakir mayına basacak, fakir şehit olacak. Yani yeni filan yok, geriye dönüyoruz.


    Sadece bu değil, teknik olarak da bir sürü problem getirecek, bu sistem. Mesela:

    ·      Bir aylık temel eğitim, 5 aylık zorunlu hizmeti yapabilmek için gerekli olan bedeni ve ruhi yeterliliği sağlamayacak. Yetersiz askerler olacaklar. Askerlerin görev yapabilmek için bedeni yeterliliği şöyle ölçülüyor: 17-25 yaş arasındaki bir asker 45 mekik, 40 şınav çekmek ve 3000 m. koşuyu 14.50 dk’da tamamlamak zorunda. Bu, 26-30 yaş arası için mekik 40, şınav 35, 3000 m koşu 15:50 dakika; 31-35 yaş grubunda ise mekik 35, şınav 30, 3000 m koşu 16:50 dakika… Bunu bir ayda sağlayabilecek misiniz? Ya ruhi yeterlilik, yani hücum deyince hep birden gözünü kırpmadan düşman üzerine yürüme potansiyeli? Bunları yapamayanlar vatanı nasıl savunacak?

    ·      Bu askerler muharip birliklerde görev yaparsa yetersizlik, yapmazsa kadro eksiği olacak. Yani, çatal çıkmaz.

    ·      Muharip birliklerin ağırlığı sözleşmeli erbaş ve erlerden oluşacaksa ordu adım adım profesyonelleşecek ve şu anda olduğu gibi kadro sorunu yaşanacak.

    ·      Bu şekilde tam profesyonelleşen ve sayısı azalan bir ordu Türkiye’ye yönelen tehditler karşısında yeterli savunma kapasitesini yaratamayacak, çünkü para için ölünmeyeceğini bize kendi tarihimiz öğretti.

    ·      Profesyonel ordu cumhuriyetin kuruluş niteliğinde büyük değişikliğe neden olacak. Çünkü yükümlü askerlik sistemi müdafa-i hukuk ilkesine göre kurulan bir devletin ordusudur, profesyonel ordu ise sınır aşırı faaliyetleri de olan emperyal devletlerin sistemidir.

    ·      Temel eğitim ve muvazzaf hizmet süresindeki azalma seferberlik potansiyelinin zayıflamasına neden olacak, en büyük risk de bu zaten.

    ·      Lider personel olması ve müstakil görev yapabilmesi gereken yedek astsubaylık için 2 aylık eğitim yeterli olamayacak, o halde ne iş yapacak bu yedek astsubaylar?

    ·      Yedek astsubay ile muvazzaf ve sözleşmeli astsubay arasında statü farkı olacak mı? Olursa da sorun, olmazsa da sorun olacak.

    ·      Yedek astsubay görev süresi sonunda muvazzaf astsubay olarak kalmaya karar verirse 2 aylık eğitimini tamamlayacak mı, bu haliyle mi devam edecek?

    ·      Bir yandan sofistike silah sistemleri gerekçesiyle ordu profesyonelleştirilirken diğer yandan yedek subaylığın devamı hem de yedek astsubaylık statüsü yaratılması çelişki değil midir?

    ·      Bütün terörle mücadele geçmişimizde, yedek subaylığın ne gibi vazgeçilemez faydalarını gördük ki, bu kurumu kaldırmıyor bir de yedek astsubaylık getiriyoruz?

    ·      FETÖ’nün en üst rütbelere kadar sızmış olmasından çıkarılan dersler ışığında Harp akademileri giriş koşullarında ve sicil/terfi sisteminde bir değişiklik olacak mı? Göründüğü kadarıyla ne ders almışız ne sisteme dokunuyoruz.

    ·      Bedelli erbaş-er/ Yükümlü erbaş-er/ Sözleşmeli erbaş-er/Uzman Erbaş/Sözleşmeli astsubay/yedek astsubay/muvazzaf astsubay/sözleşmeli subay/yedek subay/muvazzaf subay/General-amiral gibi çok sayıda statü katmanı Türk ordusundaki birlik ruhuna zarar vermeyecek mi, katmanlar arasındaki bağlılık ve aidiyet duygusu eskisinden daha da kötü olmayacak mı?

    ·      Bu kadar fazla sayıda statü katmanı olması, ‘’erin general olabilmesi’’ şeklinde özetlenen statüler arası geçirgenliği daha da zorlaştırmayacak mı?

    Yeni askerlik sistemi, soru ve sorunlarla geliyor. Bedelli, yükümlü, kısa dönem, uzun dönem, sözleşmeli, uz. Erbaş, yedek astsubay, yedek subay şeklinde sekiz çeşit askerlik modeli yarattılar, ama ‘’tek tip askerlik’’ diyorlar, bir bakıma haklılar hepsi paralı, sadece askerlik yok.

    Parası olan, parası olmayanın kanıyla ödediği bedelin karşılığını, dolar olarak verip yaşayacak.

     

     

    GAZİ

     

     

    PKK ile göğüs göğüse vuruşurken roket şarapneliyle, mermi ile, top ve havan şarapneli ile, operasyonda uçurumdan düşerek, operasyona giderken ya da dönerken araç kazasında ya da benzer nedenlerle yaralanan, ama yarası ‘’yeterince büyük’’ kabul edilmeyerek gazi sayılmayan 19 bin askerimiz var…

    Yanında yüzlerce kilo bomba patlayıp, daha sonra sağır olan, ağır psikolojik sorunlarla baş etmeye çalışan, hatta bel kemiğinde, kalbinde PKK mermisi ile gezen Mehmetçikler bunlar.

    Gazi sayılmıyorlar…

    Sonra Harp Malülleri var, pilotlar, komandolar, balıkadamlar… En zor görevleri yapan ve bu sırada yaralananlara devlet övünç madalyası verilmiyor.

    Öyle adamlar biliyorum ki, vuruldu, iyileşip bir daha döndü yine vuruldu, ama o da gazi sayılmıyor.

    Utançtır, züldür, rezalettir.

    Bunları yazdım, çünkü…

    Geçen gün Gazi arkadaşlarımdan biri AA’nın bir haberini gönderdi, 15 Temmuz akşamı İzmir’de sela verirken pijamalı bir kadın tarafından ittirilen İmama devlet övünç madalyası verilmiş. Görüntüleri de vardı baktım. Vallahi de billahi de darp filan yok, pijamalı iki kadın ve bir adam imamı ittiriyor, kadınlardan biri kolundaki saati göstererek bir şeyler söylüyor imam da korkuyla sinip bir şeyler söylüyor, hepsi bu. İmamın kolu kopmamış, suratında iz yok, bağrında mermi ya da bıçak yarası da… Yahu hiç mi sıkılmadın o madalyayı alırken?

    İmam ile röportaj yapmışlar, ‘’o geceyi hala unutamadığını, kendisine saldıran hainlerle mahkemesinin devam ettiğini, her zaman vatan için ölmeye hazır olduğunu’’ filan söylüyor. ‘’Eskiden müezzin Mehmet Kuzgun’dum, şimdi 15 Temmuz Gazisi M. Kuzgun’um’’ diyor.

    Bakın açık söylüyorum bu yapılan en hafif haliyle ayıptır. Tankın karşısında mücadele edene hiç kimsenin sözü olamaz, sokakta yaralanan, gerçekten bir şeyler yapanlara selam dururuz… Ama kardeşim bu nedir? Bir devlet bu duruma düşürülür mü?

    Türk devletinin de onun madalyalarının da bir kıymeti vardır, ama her önüne gelene dağıtırsan ne devletin ne de onun madalyasının bir önemi kalır…

    Şimdi omurgasında PKK mermisi taşıdığı halde gazi sayılmayan 19 bin Mehmetçiğe ne diyeceksiniz?

    ‘’Yeni askerlik sistemi kuruyoruz, parası neyse verelim’’ mi?

    Yakışır…

    TUNCELİ

    ‘’Komünist Başkan’’ lakaplı gerici, Tunceli’nin adını Dersim diye değiştirmeye kalkınca zamanında destek veren safların kimi ‘’ama olmadı şimdi’’ tonunda azar çekerken kimi de ‘’sırası mıydı’’ diye sitem etti. Çünkü nohut satmasına aldanıp destek vermiş, saatlerce ekranlarını açmış, biz ‘’yapmayın, etmeyin bunlar cumhuriyet düşmanı’’ deyince de bize demokrasi nutukları atmışlardı.

    İşin aslı şu, Atatürk ve cumhuriyet düşmanı İbrahim Kaypakkaya’nın kurduğu terör örgütü TİKKO’yu pasif bulduğu için ayrılan, yine yasadışı Maoist Komünist Parti-Halk Kurtuluş Ordusu‘nun(MKP-HKO) yasal siyasi uzantısı Demokratik Haklar Federasyonu’nu (DHF) idi… Maçoğlu bu platformun üyesiydi. Daha sonra bu da kapatılınca bu kez Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) platformunu kurdular, platformdan aday olunamayacağı için yasal parti kılıfı bulmak gerekiyordu ve TKP (Türkiye Komünist Partisi)’nin Ovacık Belediye Başkanı oldu.

    Karışık mı geldi? Proteus gibi başka kimliklere bürünüp takiyye yapmaktan kendi kimliklerini kaybetmişler. Bu örgütlerin hepsinin ortak yanı cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı.

    Bütün bunları bilmeyenler, ‘’ne güzel nohut satıyor’’ diye destek verdiler. Oynak medyanın da desteğiyle bu Maçoğlu seçimi kazandı, belediye meclisi de HDP’liydi. Tam şer ittifakı yani. Açılım zamanında BDP’li belediye (HDP’nin eski adı) Tunceli’deki Kışla meydanına Seyit Rıza Heykeli dikmişti, CHP’de o heykelin altında bunlara destek vermişti.

    Bunlar da gelip Tunceli’nin adını değiştirmeye kalktı. Önce yasal olarak kaldıramadığı Atatürk portresinin üzerine ‘’karar Dersim Halkınındır’’ yazdırdı, sonra da Belediye tabelasındaki Tunceli adını silip Dersim yazdırdı. Hemen tepki gösterdik yargıya gittik. Zaten mahkeme de birkaç saat sonra kararı iptal etti.

    Ayrıca, şehrin ortasındaki Seyit Rıza Heykeli de yasa dışı, açıkça suçu ve suçluyu övme fiili işleniyor, ama valilik suskun, iki kepçe gönderip yıktırmadığı için şimdi bu isyan adımları atılıyor.

    Kimseye cumhuriyetin Tunceli’sini, Ortaçağ’ın Dersim’i yaptırtmayacağız, hangi dilden anlarlarsa o dilden…

    İktidardan ve muhalefet partilerinden hiç ses çıkmadı, bakalım bu cumhuriyet düşmanlarını alkışlayan tatlı su solcuları mücadelemize destek verecek mi?

    Hodri meydan!

    Oktay Yıldırım

    26 Mayıs 2019’da Aydınlık gazetesinde yayımlanmıştır. 

     

     

     

     

     

     

    About Author

    Oktay Yıldırım

    Yorum yap

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir