Dünyanın başka bir yerinde sağını solunu, gittiği yolu bu kadar karıştırmış başka bir toplum var mıdır emin değilim.

    Taksim’de PKK/PYD tarafından yapılan bombalı saldırıya karşı verilen akıl dışı tepkileri okuyunca ilk düşündüğüm bu oldu.

    Geçenlerde bir dost ziyaretinde, İsviçre’de yaşayan bir doktor ile tanıştım. Ud çalıyor, şarkı söylüyor, üç beş kitap da okumuş. Gençliğinde Dev-yol davasından yargılanıp İsviçre’ye iltica etmiş. Kendisini Atatürk’çü olarak tanımlıyor. 

    Ben geldiğimde Taksim saldırısı yeni olmuştu ve haberleri yoktu. 
    Söyleyince ilk tepkisi şu oldu: ”Bu adam seçimleri yaptırmamaya kararlı.”
    Ona göre bu saldırının sebebi RTE idi ve seçimler yapılmasın diye yapılıyordu bu saldırılar.
    Konu dönüp dolaşıp Şebnem Korur Fincancı’ya geldi, ben de Ergenekon davasına müdahil oluşunu ve Ceyhan Mumcu‘nun, cinayeti kolluk sorgusunda itiraf eden Uğur Mumcu’nun katil zanlılarının yargılamasına nasıl müdahale ettiğini mahkemede anlattığını söyledim.
    Buna tepkisi ise şuydu: ”Beni buna asla inandıramazsın.” Sonra da infilae kapılıp bağırmaya başladı.

    Sakinleştirdik, sohbete devam ettik.
    Nazım Hikmet’ten konuşmaya başlayınca, Piraye’nin oğlu Memet Fuat’ın yazdığı biyografiden söz açtım, Türkçe’yi en iyi kullanan şairlerden biri oluşundan övgüyle söz edip 1921 yılında Milli Mücadele karargahı tarafından kendisine verilen Bolu’daki öğretmenlik görevini terk edip Sovyetler Birliği’ne gidişini ise eleştirdiğimi söyledim.
    Vay efendim ben kim oluyormuşum da Nazım’a ”vatan haini” diyormuşum diye bağırmaya başladı. Oysa öyle bir şey söylememiştim, bunu kendisi yakıştırmıştı. Bir dine dönüşmüş siyasi inancını savunmak için yalan söylüyor, bağırıyordu. Zaten seçtiği kelime de ”beni inandıramazsın” idi. Yani bir doktorun nesnel/bilimsel bakış açısından o kadar uzaktaydı ve nereye gideceğini o kadar şaşırmıştı ki, bir labirentte kaybolmuş çocuklar gibi olduğu yerde kalıp bağırmaktan başka yaptığı bir şey yoktu.

    Türkiye’de, her ne kadar azınlık olsalar da medyada etkin olan bir kitlenin yaydığı, eğitimli cehaletten ve batı emperyalizminden büyük destek gören moda solculuk, vatansızlığı dayatıyor. 
    Bunlar gibi solcu olmak için PKK’ya ve her türlü etnik bölücülüğe, LGBT projesine ve bütün AB dayatmalarına; barış, çağdaşlık, hümanizm adına sahip çıkacaksın. Bunları yaparken bir yandan ”Atatürkçü” olduğunu da söyleyebilirsin, açıktan Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı da yapabilirsin, hiç önemli değil.
    Özünde antiemperyalist olması gereken solun, hem doğumundaki hastalığını iyileştiremediği, hem de çağdaşlaşma adına liberalizm ile evlendiği için, bu marazı tedavi edilemiyor.

    Türkiye’de sağcılık ise milletsizliği, bunun yerine ümmetçiliği dayatıyor.
    Osmanlı torunu olmak adına Türklüğü ve cumhuriyeti reddetmeli, reddetmeseniz bile cumhuriyete rağmen gerici tarikatların varlığını savunmalısınız. Laiklik karşıtı olmalı, harf devrimine sövmeli, din diye Arap kültürünü sevmeli, mesela 90’lı yıllarda Tevhid dergisinin yaptığı gibi ya da ne bileyim açılım zamanlarındaki gibi yeri geldiğinde PKK’ya kucak açabilmelisiniz. Tesettürü ve ibadeti gösteriş aracı olarak kullanabilmeli, ”alternatif tarih” adı altında çarpıtma yapabilmeli, cehaletinizle övünebilmelisiniz. Bütün bunları yaparken ”Atatürkçü ve milliyetçi” olduğunuzu söyleyebilir ya da açıktan bunlara düşmanlık edebilirsiniz, hiç yadırganmaz.
    Solun aksine, sağ doğuştan hasta değil, hala çok sağlıklıdır, zaten sorun da buradadır. Olması gerektiği gibi gerici, dogmatik, sabit fikirli, iktidar uğruna her kılığa girmeye müsait ve saldırgandır.

    Her sokak röportajında rastladığımız ”telefoncu dayılar/teyzeler” diye isim taktığınız kör cahil kitle bu fikrin mahsulüdür.
     Ne yaparsanız yapın, önlerine hangi kanıtı, hangi rakamı koyarsanız koyun fikirleri değişmez. Cevap veremedikleri bir şey ile karşılaştıklarında hemen dini değerlere ya da ”dış güçler” lafına sarılan, Lozan’ın 2023’te biteceğine ve zengin olacaklarına inanan, dizilerden öğrendikleri hayali Osmanlı ile kimliklerini oluşturan, yardıma muhtaç ama yardımı reddeden zavallı insanlardır.

    Aslında birbirinden zerre farkı olmayan iki yobaz kitledir bunlar.
    Olayları kendi siyasi ihtiyacına göre açıklar, faillerini de ona göre belirler, gerçeğin ne olduğu hiç önemli değildir, hatta gerçek karşı tarafın işine yarayacaksa şiddetle reddedilir.
    Gerçekten korkarlar çünkü gerçeği görür ya da söylerlerse yıllardır kulu oldukları siyasi duruşlarını sorgulamaya başlayabilirler.

    Taksim saldırısı ile başladık, ama size biraz yakın geçmişi hatırlatmalıyım.
    Uludere’de yaşanan trajik olayı hatırladınız mı?
    28 Aralık 2011 gecesi yasa dışı yollarla Irak sınırından geçerek Uludere’ye gelmeye çalışan 35 kaçakçı, yanlış istihbaratın sebep olduğu bir hava operasyonu ile hayatlarını kaybetti. 
    Teröristlerin karakollara saldırmak için sürekli kulandığı bir yoldaydılar, tıpkı teröristlerin ağır silahlarını taşıdıkları katırlar gibi yanlarında katırlar da vardı. 
    Bunlara ek olarak bir de grubun içinde PKK yöneticilerinin olduğuna ilişkin kuvvetli istihbarat… 
    Üstelik daha bir ay önce Hakkari/Çukurca’daki askeri birliğe ağır silahlı PKK teröristleri tarafından yapılan saldırıda 24 şehit verilmişti.
    Tartışmasız bir trajediydi.
    Tıpkı bugün gibi o gün de herkesin kendi siyasal çıkarına uygun bir faili ve açıklaması vardı.
    Zamanı hatırlayalım, iktidar ile FETÖ arasındaki çatışma netleşmiş, Oslo görüşmelerinin ses kayıtları dahi sızdırılmış, kılıçlar çekilmişti.
    İlk topa giren elbette FETÖ oldu, Mehmet Baransu ”yanlış istihbarat MİT’ten” dedi. (Taraf, 30.12.2011) 
    Hükümet ve MİT bu iddiayı yalanlasa da FETÖ cephesi bu iddiayı sürdürdü. 
    FETÖ’cü firari Emre Uslu, ”PKK içindeki derin Ankara” dedi. (Taraf, 31.12.2011)
    Nitekim birkaç gün sonra MİT müsteşarı Hakan Fidan daha sonra FETÖ’cü olduğu ortaya çıkacak olan Savcı Sadrettin Sarıkaya tarafından ifade vermeye çağırılmıştı.
    Uludere’ye giden AKP milletvekili Galip Ensarioğlu’na göre fail ”Ergenekon” idi. (Taraf, 2.1.2012)
    Her fırsatta benzer cümleler kuran Tayyip Erdoğan’ın aylar önce çizdiği çerçeve buydu, dışına çıkamazlardı: ”Silivri ve Kandil’de yazılan senaryolar birileri tarafından sahneleniyor” (18 Mayıs 2011, ATO konuşması) 
    Star gazetesinin ”Kürt aydını” diye isimlendirdiği kör cahil Ümit Fırat için de fail belli idi: ”Ergenekon.” (Star, 2.1.2012)
    O zamanlar FETÖ’nün sözcülerinden olan, şimdilerde ise FETÖ karşıtı gibi davranan Hüseyin Gülerce’ye göre ise ”derin devlet-derin PKK işbirliği” idi Çünkü ”birileri, Ergenekon-Balyoz sonuçsuz kalması için provokasyon peşinde.” (Zaman, 6.1.2012)
    Star gazetesinin kendi yazarı olup daha sonra ”FETÖ’cü” diye manşetlere çekeceği,  Sedat Laçiner için de fail ”derin devlet” idi. (Star, 13.1.2012)
    FETÖ’cülerin devlet düşmanlığı ahalinin kafasına devleti, belirsiz iddialarla ifade edilen bir karanlık imge olarak zerk ediyordu.
    CHP Genel Başkanı Dersimli Kılıçdaroğlu için de kendi meşrebine göre durumun açıklaması belli idi. O da cumhuriyet ile hesaplaşmasını, Mustafa Muğlalı olayı üzerinden yaptı ve kasıt olduğu imasıyla konuştu: ”Bu olay 33 kurşun olarak telakki edilebilir. 33 kurşunun 2011 versiyonudur bu.”(Hürriyet, 31.12.2011)

    Durumu fırsat olarak değerlendiren BDP(şimdiki HDP) eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, için beklediği büyük fırsat doğmuştu sanki: “Bugün ülke bölünmüştür. Artık emin oldum. 50 bin defa da öldürseniz bu toprakların adı Kürdistan’dır. Bunu basın yazamaz” diye konuştu.(30-12.2011)

    BDP milletvekili Hasip Kaplan’ın bölgeye başsağlığına gelen kaymakamı linç ettirmek için halkı kışkırttığı gerekçesiyle Şenoba belediye Başkanı İdris Babat ve kaymakam Naif Yavuz tarafından dava bile açıldı. Olaylar tırmandırıldı, Silopi sokakları ve evler yakıldı yıkıldı, devlet binalarına ve polislere saldırıldı, PKK propagandası yapıldı.

    Elbette olay yargıya taşındı, meclis araştırma komisyonu kuruldu, yargılama sürecinde olayda bir kasıt olmadığına karar verildi, süreç içinde Washington Post’tan Adam Entous ile Joe Parkinson Pentagon kaynaklarına dayanarak yazdıkları makalede bir Predatör iHA’nın çektiği fotoğrafa dayanan istihbaratın ABD kaynaklı olduğunu belirttiler.


    Yani işin aslı çok farklıydı. Bu ABD ile yaptığımız anlık istihbarat paylaşımı anlaşmasının trajik sonuçlarından biriydi.
    O günlerde İHA’ların yazılımlarının ABD ve İsrail kaynaklı olmasını eleştiren HDP’liler ve diğer sözde solcular, şimdilerde yazılımları milli olan Türk İHA’larını da yerden yere vuruyorlar. Sezgin Tanrıkulu’ndan Levent Gültekin’e, CHP’li Vahap Seçer’den Hasip Kaplan’a kadar uzanan isimler tıpkı ABD’li Senatör Bob Menendez gibi Türk İHA’larından rahatsızlığını her fırsatta dile getiriyor.

    Aynı durumu Şemdinli kumpasında da yaşamadık mı? Yine vatansız sol ve milletsiz sağın temsilcileri, ”katil devlet”, ”derin devlet” çığlıkları atmadılar mı? 
    Sonuç ne oldu?
    Kumpas raporlarla, belgelerle ortaya çıktı, ama o gün olayların kurbanı olan iki astsubay 10 yılını hapiste geçirdi.


    Ankara-Gar saldırısı, Kayseri Komando Tugayı’na bağlı silahsız askerlere yapılan bombalı saldırı, Rus uçağının vurulması, vb… Hepsinde durum aynı, açıp bakabilirsiniz arşivlere, herkes kendi siyasi çıkarına uygun bir açıklama ile gerçeği örtmeye çalışıyordu.

    Taksim olayında da bu saflaşma değişmedi…
    Solcu gazete, Taksim saldırısında PKK’nın adını bile anmadan manşetten ”Terör saldırılarıyla kurguya taviz yok” diye yazdı.(Cumhuriyet, 15.11.2022). Yani patlamayı seçim manüplasyonuna ve iktidara bağladı.

    Sağcı gazete”Kılıçdaroğlu Ekim ayında ‘Kasım’ı bekleyin’ demişti, patlamayı mı kast etti sorusu gündemde” diye haber yaparak, patlamayı muhalefete mal etti. (Yeni Akit, 14.11.2022)
    Milli Mücadele yıllarında da Anadolu’da bağımsılık mücadelesi veren Mustafa Kemal Atatürk sadece emperyalizmin değil, hem bu vatansız solun, hem de milletsiz sağın saldırısı altındaydı.
    Vatansız sol (o zamanın komünistleri), hem milletsiz sağ (o zamanın ümmetçileri), önce Mustafa Kemal’e, sonra kurduğu cumhuriyete saldırdı.
    Bir taraf Sovyetler’e diğer taraf batı emperyalizminin kuklalarına bağladı kaderini.
    Durdurmayı başaramayınca da bu cahil milleti çeşitli duygularını sömürerek ya da bazı süslü kavramlarla yanıltarak kandırmaya/yönlendirmeye çalıştılar. 
    (Milli Mücadele karşıtı komünistler ve gericiler sonraki yazımızın konusu)

    Oktay Yıldırım
    22 Kasım 2022
    About Author

    Oktay Yıldırım

    Yorum yap

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir